|
|
NİĞDE ALADAĞLAR’DA PİKNİK
Ayten Şensu
50 Km uzunluğu, 25 km eni, 3756 m yükseltisi ile insanı görmeden
cezbediyor Aladağlar. “Aladağlar’a gezi denince de büyüleniyorsunuz.
Hele de bu gezi Küre Dağları, ılgarini yürüyüşünden sonra olursa!
Sanırsınız ki Aladağlar’ı fethedeceksiniz!
O da ne? Daha gitmeden öğreniyorsunuz ki; yürüyeceğiniz yer topu topu 10
km’lik bir yol. Hacer Ormanları ( özelliği:yükselti açısından ormanların
sonu olması) ve Pos Ormanları. Niğde’ye gidince bir sürprizle
karşılaşıyorsunuz. Önceki gün çok yağmur yağdığı için yürüyüş güzergahı
değişmiş. Daha da yumuşak bir yürüyüş yolu almış yerini. Demirkazık’a
tırmanmayı beklemiyorduk tabii ki ama 500km mesafeden gelipde bu
yürüyüşe razı olmak gönlümüzü kırmıyor değil doğrusu. Eh ne yapalım, biz
de Türkiye’de yaşadığımızı hatırlıyoruz yeniden.
Neyse ki kahvaltıdan sonra ilk konaklama yerimiz: Karpuzbaşı
Şelaleleri.Tahmini 1 km alanda değişik yerlerden,15-20 m yükseltiden
akan şelaleler. Şelalelerin meydana getirdiği iklimlenme burada
Karadeniz bitki örtüsünün gelişmesine neden olmuş.Bu bilgileri her
zamanki gibi Ahmet Bey’den öğreniyoruz. Boğucu ve sıcak havadan burada
eser yok gibi. Öğle yemeğinden sonra araçlarımız bizi Acıman yaylası’na
doğru yol çıkarıyor. İşte bu yolculukta Demirkazık zirvesini görüyor,
Aladağlar’ın heybet ve zerafetini izliyoruz. Çıktığımız yüksekliği ağaç
türlerinden anlayabileceğimizi öğreniyoruz.Aşağılarda kızılçamlar, sonra
karaçamlar, en yükseklerde de sedirler. Yaylaya 3 km kala minibüslerden
inip, gevenlerin arasında zorlu bir yürüyüş yapıyoruz. Yürüyüş sırasında
10 yaşındaki Efe hayıflanıyor “ Yürüyüşe başlarken en öndeydim, şimdi
arkalarda kaldım” diye. Fikri Bey’in yanıtı “sen hep benim önümde yürü
olur mu?” İşte bu tip gezilerin hoş yanlarından biri diye düşünüyorum.
Ve kendi hesabıma insanoğlunun öğrenecek şeyleri bitmiyor diye geçiyor
aklımdan.
Acıman, Demirkazık’ın eteklerinde ve 1800-2000 m yükseklikte bir
yayla.Hemen çadırlar kuruluyor. 2 gün boyunca Mehmet Bey’in hazırladığı
nefis yemeklerden, o gece de payımıza düşeni alıyoruz. Ardından kamp
ateşi,şarkılar ve türküler geliyor.
Sabah kahvaltıdan sonra Acıman yaylasına adını veren Acısu’ya gidiyoruz.
Rivayete göre her derde deva olan bu sudan yarım çay bardağından fazla
içmemek gerekiyor. Fazlası zararlı olabilir. Suyun kaynağına
gittiğimizde havada ağır bir koku hissediyoruz. Mineral, özellikle de
kükürt kokusu.Gözlerim Sağlık Bakanlığı,Sağlık Müdürlüğü ya da
Belediye’nin biz kullarını bilgilendirmek için asmış olabileceği bir
uyarı levhasını boşuna arıyor. Arıyor; çünkü yüzlerce yurdum insanı
kilometrelerce uzaktan modern tıbbın olanaklarını bırakıp Acısu etrafına
çadırlarla karargah kurmuş ve bu suyun faydalarını birbirlerine anlatıp
duruyorlar.Sorun yurdum insanında mı, sağlık sisteminde mi,
yöneticilerde mi diye düşünüyorum.
Ah, merak.. Sudan bir yudum içiyoruz. Çok ağır mineral tadı var.Yutmak
zor. Hastaları devalarıyla baş başa bırakıp minibüslerle Pos Ormanlarına
doğru yol alıyoruz. Ormanda uygulamalı olarak bir ağacın kesilmeden de
boyunun ve yaşının ölçülebileceğini öğreniyoruz. Bir kısmı yağmur
altında, bana göre 7, Fikri bey’e göre 10 km yürüdükten sonra dönüşe
geçiyoruz. Ver elini Eyner. Burası cennet olmalı. Her taraftan kaynak
suları fışkırmış. Sonsuz, bitimsiz su akışı ve sesinin arasında alabalık
ziyafeti. Sonraki konaklama yerimiz ise Adana’da arboretum. Ne yazık ki
hava karardı ve biz bitki müzesini yeterince göremedik
Böyl’olur Aladağlar’da piknik diyerek (bunu ben dedim!) 20 kişilik grup
Ankara’ya dönmek üzere Adana’da kalanlarla vedalaştık.
Otobüste dönerken de şunları düşündüm: İyi ki varsınız güzel insanlar,
iyi ki varsın ekoturizm grubu.İyi ki tanışıyoruz. Bize ülkemizin
ekolojik yapısını tanıtmak amacıyla,çalışma yaşamımızın dışında ve
ötesinde gösterdiğiniz özveri için teşekkürler.
|
|
|