|
|
Türkiye’nin en güneyinden en kuzeyine....
Mehmet EKİM
Doğaya bakış açımda, Hatay’ın yeşilliklerinden çıkıp Ankara’ya yerleşmem
çok etkili oldu. Hatay’da hiç dikkatimi çekmeyen bir güzelliği
kaybetmiştim, bu güzelliği önce saksılara bitkiler dikerek aradım, ama
nafile bu da bana yetmedi. İş yerimin Ankara dışında Lalahan’ın
tepelerine taşınması, bozkırda olsa beni doğayla iç içe getirmişti. Bu
bölgeye her yıl yüzlerce ağaç diktim ve 2006 yılı sonbaharına geldiğimde
ormana diktiğim ağaç sayısı dört rakamlı sayılara ulaşmıştı. Benim
doğaya olan sevgimi bilen arkadaşım Evran’ın ODTÜ de gördüğü bir ilanla
kendimi, Kırsal Çevre Ormancılık Sorunları Araştırma Derneğinin,
düzenlemiş olduğu dendroloji (ağaç bilimi) eğitiminde buldum. Bu
eğitimde her ağacın bir kimliğinin olduğunu öğrendim. Ağaçların yüzde
doksanını özellikleriyle tanıyacak kadar faydalı bir eğitim aldım.
İlerleyen günlerde Kırsal Çevre Ormancılık Sorunlarını Araştırma
Derneğin’den aldığım bir mailde Ekoturizm Grubu’nun Işık dağına
düzenlemiş olduğu yürüyüş ilanı vardı. Bu programa katılmakla
Ekoturizimcilerle tanışmış oldum. Artık gezi programları birinci elden
tarafıma ulaşıyordu, peşinden Safranbolu, Sarı Çiçek Yaylası, Şeker
Kanyonu’nu kapsayan çadır konaklamalı programdan sonra Ekoturizm’e
sevdalandık ve dedik ki bizi unutmayın.
Sonbaharın ilk günlerinde Ekoturzim “sizleri Türkiye’nin en kuzeyine
götüreceğiz” dediğinde bizlerde tereddütsüz “geliyoruz” dedik. Bizler
diyorum çünkü iş yerinden arkadaşlarımda katılmaya başladılar. Hareket
günü geldiğinde hepimiz Sezenler sokaktaki hareket noktasına heyecanla
gittik. Ağustos ayının son saatleriydi, otobüse bindik ve Eylül ayının
ilk saatlerinde Esenboğa tarafına doğru yol alıyorduk. Çankırı,
Kastamonu ve Küreden sonra en uç noktadaki ilimiz Sinop’a sabah
saatlerinde ulaştık. Sahilde Kumsal otele yerleştik. Kahvaltıdan sonra
Filiz başkan ve rehber Meral’ın talimatlarına uyarak müzeye dönüştürülen
Sinop Cezaevine hareket ettik. Rehberimiz cezaevinden emekli bir
gardiyandı ve bize anlatılanlar sansürlüde olsa birinci ağızdan
olacaktı. İlk girdiğimiz kısım zindandı ve içeri girdiğimde dondum
kaldım. Sanki orada hâla eskiden kalan mahkumların izleri vardı, kapı
devamlı açık olmasına rağmen içerdeki hava çok ağır ve nemliydi. Kapılar
kapalıyken içerinin havasını tahmin bile etmek istemiyorum. Diğer bir
zindan ise yirmi metrekare kadardı. Bu zindanı da ilginç yapan ise dört
köşe duvarı olmayan bir tuvalet bulunması idi. İnsanların ihtiyaçlarını
ne şekilde karşıladıkları açıkca ortadaydı. Her girip çıktığımız bölümde
ayrı bir şok oluyorduk. Bu cezaevi ünlü insanları misafir etmiş.
Bunlardan göze çarpan en ünlüsü Sebahattin Ali. Yattığı koğuşun duvarına
Aldırma Gönül şiirini bir saç levha üzerine yazarak asmışlar. Rehber
emekli gardiyanın Aldırma Gönül dizelerini mırıldanmasıyla birlikte
bizde gardiyana ayak uydurduk. Bu dizeleri, yazıldığı koğuşta koro
şeklinde söylemekte ayrı bir güzellikti. Tanıtımın en iç karartıcı yeri
olan ve en son 1983 yılında idamın yapıldığı alanıda gördükten sonra,
paslanmış prangaların bulunduğu odanın yanından geçerek dışarı çıktık.
Özgürlük güzeldi. Başkanımız Filiz Hanım’ın takip ettiği program
doğrultusunda, Hamsilos Fiyordu denen çok güzel bir bölgeye indiğimizde
harika bir doğa parçasıyla yüz yüze geldik. Dalgaların aşındırarak
oluşturduğu mağraların derinliklerine kadar ilerledik. Tepemsi bir
bölgeden bitkilerle berrak denizin iç içe buluştuğu bu güzelliği
seyrederek cezaevinin iç karatıcı ortamını üzerimizden attık. Kısa bir
yürüyüşten sonra Akliman Deniz Fenerindeki geziden sonra Akliman Piknik
ve Mesire yerinde öğlen yemeği olarak köfte ekmeğimizi yedik. Mesire
alanı içerisinde korsan mezarlarınıda ziyaret edip lokantada çaylarımızı
içtikten sonra tok olarak Sarı Kum Tabiatı Koruma Alanında endemik
zambakların resimlerini çekerek sahile çıktık. Biraz deniz seyredip
kumul ağaçlarınıda gördükten sonra, kuş gözlem sahasına doğru yöneldik.
Sarı göl kıyısında ilerleyerek gözetleme kulesine tırmandık. Çevreyi
gözetledikten sonra geldiğimiz yoldan aracımıza ulaştık. Sinop’a hareket
etmeden önce Dişbudak Su Basar Ormanları hakkında bilgilendirildik.
Çevrede bulunan böğürtlenlerden de yedikten sonra kuzeyin en uç
noktasına, bir tarafı ürkütücü uçurum olan yoldan tepeye çıktık.
Manzarası güzel bir yerdi. İlerideki tepede ABD radarını ve denizde
balık sezonunun açılmış olması dolayısıyla ağ atan balıkcılarıda
izledikten sonra ilk günün programını tamamlamıştık. Otele döndük.
Denizde bir saat kadar yüzdükten sonra akşam yemeğinde balıklarımızı
yedik. Çok güzel havada sahil yürüyüşü ve semaverde demlenmiş çayımızı
içtikten sonra otelimizde dinlenmeye çekildik.
İkinci gün sabah erken kalkarak denizde biraz yüzdük ve kahvaltımızı
yapmak üzere Erfelek’e hareket ettik. Kahvaltıdan sonra kara lastik
ayakkabılarımızı aldıktan sonra Tatlıca Takım Şelalelerine doğru hareket
ettik. Lise öğrencisi rehberimiz eşliğinde şelalelere tırmanmaya
başladık. Geçtiğimiz yerler çok egzotikti. Ortamı bozan tek şey su
yatağı boyunca uzanan çirkin bir lastik hortumdu. En son şelaleden sonra
cafe denilen küçük bir dinlenme yerinde çay içip közlenmiş
patateslerimizi yedikten sonra patika bir yoldan başladığımız noktaya
döndük. İlk şelalenin oluşturduğu su birikintisinde yüzdükten sonra
kahvaltımızı yaptığımız lokantada öğlen yemeklerimizi yedik. İki rüya
gibi günün sonunun yaklaştığını hissetmeye başlamıştık. Ankara’ya doğru
yola çıktık. Yol boyunca şarkılar söylendi, oyunlar oynandı, sohbetler
edilerek tekrardan Sezenler sokakta arkadaşlarla başka gezilerde
buluşmak üzere vedalaştık.
Bizlere yeni yerleri görmeyi ve çok güzel dostluklar kurma fırsatını
sundukları için bu güzel programı düzenleyen Başkanımız Filiz Hanım ve
Ekoturizm grubunun tüm çalışanlarına sonsuz teşekkürlerimi iletirim.
Bundan sonra yapacakları programları bekliyoruz.
|
|
|