listeye dön

     

Güzide ÖZTEKİN

   Merhaba,

Ormancılar Derneği'nin Konya- Meke Gölü gezisini öğrenince, katılmamız şart olmuştu. National Geographic dergisine konu olan Meke Gölünü, bir gün canlı canlı görmemiz gerektiğini düşünmüştük. Karşımıza böyle bir şans çıkınca (her zaman tercihini uykudan yana kullanan oğlumuzu da ikna ederek) ailece katılmaya karar verdik.
Güzel bir cumartesi sabahı düştük yollara. Ara duraktan bindiğimiz için otobüsün en arka koltuklarında seyahat etme lüksüne! sahip olduk .
İlk durağımız Tuz Gölü idi. Tuz ihtiyacımızın büyük bölümünün karşılandığı bu gölün daha etkileyici manzarasıyla dönüş yolunda karşılaştık. Buradan Karapınar’a gittik. Karapınar'dan bir doğa gönüllüsü Musa CEYHAN'ı alarak (bizim kıymalı pide olarak bildiğimiz) Konyalıların etli ekmeği, içecek ve salatadan oluşan öğle yemeğimizin ardından, jeoloji mühendisi Nihat AYBAR tarafından krater göllerinin ve obrukların oluşumu hakkında bilgilendirildik.
Doğa severlerin katkılarıyla Doğa anıtı ilan edilen ve koruma altına alınan Meke Gölüne doğru yola çıktık. Oluşumu yönünden dünyanın ender göllerinden biri olduğu söylenen Meke Krater Gölü, göl içinde yeni bir patlamanın oluşmasıyla ortaya çıkan tepe ve tepecikleri barındıran çok ilginç bir oluşum. Sedat Bey gölün oluşumu ve arazi yapısı ile suyun bileşimi hakkında bilgilerini bizimle paylaştı. Gölün hemen yakınında bir obruk görme şansımız da oldu. Nihat Bey’den öğrendiğimize göre, karstik arazi yapısı yer altı suyunun etkisiyle çözününce yer altı mağaraları oluşuyor, zamanla mağara tavanlarının çökmesiyle de obruklar meydana geliyormuş.
Tema gönüllüsü olarak bize eşlik eden ve yöreye çok değerli katkıları olduğunu öğrendiğimiz Sayın Musa CEYHAN, bize inanılmaz bir sürpriz hazırlamıştı. Bir köylünün, evinde ayran ikram etmek istediğini öğrendik. Güneşin altında kaldığımızdan, ayran fikri herkesin yüzünde bir tebessüm yarattı. Bozkırın ortasında birkaç haneden oluşan köye vardığımızda , küçük bir ağacın gölgesinde , Tanrı misafiri kabul ettiği bir grup şehirli insanı heyecanla bekleyen bir bilge insanın evinin önünde durduk. Ona göre biz kendimiz gitmemiş , gönderilmiştik!!! O hazırlıklarını yapmış, kuzuyu kesip, kavurma yaptırmıştı bile. Bize de ekmekleri bölüp kavurmayı ve nefis ayranı paylaşmak kalmıştı. Bütün bunları da, ilk kez gördüğü ve belki bir daha hiç karşılaşmayacağı bir grup insan için, hiçbir karşılık beklemeden yapmıştı. İnsan ilişkilerinin yozlaştığı, kimsenin çıkarı olmadan elini kıpırdatmadığı bir dönemde , böyle bilgelerin hala yaşadığına tanık olmak dünyamızı aydınlattı. Buradan, kendi adıma sevinç, mutluluk, hüzün ve daha karmaşık duygularla ayrıldım.
Bize otobüste dağıtılan broşürden öğrendiğime göre ; Karapınar’da yıllar önce çölleşmeye karşı bir mücadele başlatılmış Önce kamışlardan kurulan setlerle toprağın sürüklenmesi engellenmeye çalışılmış, daha sonra ağaçlandırma yapılarak, tarıma elverişli bölgeler yaratılmış. Bu uygulamanın yapıldığı bölgeyi gezdik. Kendi kendime doğru projelerle ne başarılar kazanılabildiğini düşünürken , bir soru üzerine , elde edilen kazanımlardan kayıplar olmaya başladığını öğrendim. Çölleşme ile mücadelenin sürdürülmesi gerekiyormuş. Bu konuda herkesin üzerine düşeni yapması gerekli. Ama tabi öncelikle kurumsal güçleri olanların başlangıç adımını atması.
Suyu sodalı ve tuzlu olduğu için, bir süre sonra ciltteki sivilce, egzama vb. deri hastalıklarını iyileştiren Acıgöl’de yüzme molası verdik. Güneşin batmasına yakın, Acıgöl’ü güneşin yansımasıyla baş başa bırakarak ayrıldık. Musa Bey’e teşekkür edip, akşam kalacağımız Ereğli Şeker Fabrikası Misafirhanesine doğru yola çıktık.
Ertesi gün rehberimiz Murat ALAN’ın bizim için hazırlattığı, çimler üzerinde, yöresel lezzetlerden oluşan kahvaltımızı yaptık. Hem de sınır tanımaz “bunu da isterim, şunu da isterim, biraz daha çay var mı” gibi taleplerimizin güleryüzle karşılandığı bir ortamda.
Özel bir işletmenin, at çiftliğine gittiğimizde, annelerinin kuyruğundan ayrılmayan şirin mi şirin taylar, yarış atı olan anneleri görülmeye değerdi. Buradan İvriz’e doğru yola çıkarken yerel bir televizyon kameramanını yanımıza almayı ihmal etmedik . Yaşasın! artık biz de televizyona çıkacaktık. Ama ben kameramanı bir daha hiç görmedim, yoksa ünlü olma hayallerimiz suya mı düşmüştü!!
İvriz’de Hitit döneminden kalan, yaklaşık 4 m. Yüksekliğinde bir kaya kabartması hakkında rehberimiz Murat Bey bilgi verdi. Burada ayrıca, yörenin içme ve kullanma suyu ihtiyacının karşılandığı İvriz çayının kaynağı vardı. Buz gibi akan suyun serinliğinde,yemyeşil ağaçların gölgesinde yediğimiz öğle yemeğinin ardından, herkesin elinde yöresel pazardan alınan, kiraz, erik, ceviz vb. poşetleri, otobüsümüze binerek, bu cennete veda ettik.
Dönüş yolunda Tuz Gölü kenarından geçerken yağmur vardı. Yağmur bize Tuz Gölünün başka bir güzelliğini gösterdi; yağmurla göl, kızılımsı bir renge bürünmüştü. Otobüsteki arkadaşlardan bu güzelliği görüntülemeye çalışanlar oldu. Umarım web sayfasında bizimle de paylaşırlar.
Yolculuğumuzun baş kahramanı! sinirlendiği zaman hızda sınır tanımayan, yağmurlu havada patinaj yapan, kasislere hızla girerek ,arka koltuklarda oturanların (bizim aile oluyor!) ayaklarını yerden kesmeyi başaran şöförümüzle ve son model! otobüsüyle bir daha karşılaşmamak temennisiyle yolculuğumuzu bitirdik.
Bizim için çok güzel geçen bir hafta sonu oldu. İsimlerini sayamasam bile, samimi, hoş insanlarla tanıştık. Bu gezide rehberlerimiz Murat ALAN ve Sedat AY tam bir konuksever ev sahibi gibiydiler. Zaman zaman yaptığımız kaprislere, şımarıklıklara bile sabırla katlanma erdemini gösterdiler. Kendilerini tanımış olmaktan ailece mutluluk duyduk. Bize bu güzellikleri yaşattıkları için teşekkür ediyoruz.
Ormancılar Derneği Ekoturizm grubunun yeni etkinliklerinde buluşmak dileğiyle, gezide tanıştığımız güzel insanlara ve organizasyonda katkıları olan herkese teşekkürlerimizle.
 

   

ANKARA 2008