|
|
Ankara’nın Yağmur(lu) Ormanı, Karagöl
Arda ÖZBEN / Oğuzhan AYISIT
Karagöl’e doğru yola çıktığımız Pazar sabahı hafif hafif yağan yağmur
Eko Turizm Grubu ile gerçekleştireceğimiz ilk gezimizin biraz ıslak ve
biraz da zorlu geçeceğinin habercisiydi aslında. Yıllardır Ankara’da
olmanın kazandırdığı tecrübe ile Mayıs ayında serin havalara ve yağmura
alışık olsak da sağanak yağmur beklemiyorduk. Fakat, hava durumunu almak
için sabah haberlerini beklememize gerek kalmamıştı; Çubuk merkeze
vardığımızda minibüsten büfeye kadar olan üç beş adımlık yolda
adamakıllı ıslanacak kadar yağıyordu yağmur.
Karagöl’e vardığımızda, ilk gezimizin acemiliği ile minibüsten inmek
için hiç de acele etmedik açıkçası. Katılımcıları taşıyan iki minibüs de
yükünü boşaltıp, herkes kendi yükünü sırtlandığında, yola çıkmaya
hazırdık. Rehberlerimizin ilk uyarılarını da dinledikten sonra yola
koyulduk ağır ağır. Hafifçe çiseleyen yağmura aldırmadan
yağmurluklarımızı sırt çantalarında taşımaya devam ettik tüm
iyimserliğimizle. Başlangıçta herhangi bir mesire yerinden farksız gibi
görünen güzergahımız, attığımız her adımda daha bir güzelleşmeye, daha
bir eşsizleşmeye başlamıştı. Aceleyle fotoğraf makinemize davranıp
gördüğümüz her güzelliğin fotoğrafını çekiyorduk. En çok da hiç
ulaşılmazmış görünen dumanlı dağları. Attığımız her adımda varlığını
biraz daha hissettiren bir şey daha vardı rotamızda: yağmur! Artık daha
fazla iyimserliğin faydası olmadığını görüp yemyeşil muşambadan
yağmurluklarımızı çıkardık çantalarımızdan. İyi ki de çıkarmışız; sanki
onu giyince daha bir kendinden emin atmaya başladık adımlarımızı. Artık
ne yağmur vardı aklımızda, ne ıslanmak.
Rotamızda ilerledikçe gezimizin amacının bir yere varmak değil, bir yere
doğru gitmek olduğunu daha iyi anladık. Çünkü geçtiğimiz her yer bir
öncekini aratmayacak güzellikler sunuyordu bizlere. Kimi zaman dağlara
karşıdan bakan sisli bir yükseklikte buluyorduk kendimizi, kimi zaman
içiçe geçmiş türlü ağacın arasında. Yol boyunca tüm bu güzelliklere,
rehberlerimizin ağaçlar ve orman yaşamı hakkında anlattıkları eşlik
ediyordu. Tabii bir de ceplerimize depoladığımız kuru üzüm, kayısı ve
badem...
Dik bir tırmanışın ve en az tırmaması kadar zorlu bir inişin ardından
mola verdiğimiz yaylada yediğimiz sandviçler adeta bu yürüyüşün ödülü
gibiydi. Son anda akıl edip yanımıza aldığımız termostaki biraz
ılıklaşmış çay, Ankara’da içtiğimiz demli ve sıcak çaylardan çok daha
güzel geldi ikimize de.
Bu güzel çaydan sonra daha rahat yüreyeceğimiz belliydi. Göl kıyısına
dönüş rotamızda ağaçlarında altında çimenden çok kekik vardı. Biz de
onların hoş kokusuna dayanamayıp toplamaya başladık. Artık bir torba
dolusu mis kokulu ,yemyeşil ve de taptazecik kekiğimiz olmuştu. Şu anda
küçük de olsa bir kavanoz dolusu taze kurutulmuş kekiğimiz var ve hala
çok güzel kokuyor.
Karnımızı güzelce doyurduğumuzdan mı yoksa yağmura iyice alıştığımızdan
mı bilinmez dönüş yolumuz çok daha kısa geldi bize. Gölün etrafında bir
tur atıp başlangıç noktamıza vardığımızda artık günün de sonuna
gelmiştik. Fakat güne son noktayı yine sıcacık bir bardak çayla koyduk.
Mesire yerindeki tesislerde bir yandan sıcak çayla içimizi ısıtırken,
bir yandan da aylardan mayıs olmasına aldırmadan yanan odun sobasının
etrafında kendimizi kuruttuk.
Minibüsle Ankara’ya dönerken bu güzel günden içimizde kalan tek üzüntü
tüm yolculukta bizi sağanaktan koruyan, ama sık ormanın içinde
ilerlerken paramparça olan yağmurluklarımızı çöpe atmak zorunda kalmak
olmamızdı herhalde. Bize bu güzellikleri görme fırsatı sunduğu için Eko
Turizm Grubu’na sonsuz teşekkürler. Başka gezilerde, yeni yerlerde
tekrar bir arada olmak dileğiyle.
|
|
|