Eko turizm grubu ile ilk kez
geçen yılın sonbaharında konaklamalı Kovada gölü gezisiyle tanışmıştım.
O geziden sonra kendi kendime bir sonraki geziye katılma konusunda söz
vermiştim. Ancak araya kışın girmesiyle bu sözümde duramadım. Sabah saat 8’de Ankara’dan hareket edip bir saat sonra Kızılcahamam’a ulaştık. Yürüyüş ve tırmanışa geçmeden önce ilk ve son kez burada bir ihtiyaç molası verdik. Buraya kadar her şey normaldi. Çünkü buraları daha önce defalarca görmüştük. Otobüsümüz saat 10’da Kızılcahamam’dan hareket edip ormanın derinliklerine doğru ilerleyip yeşillikler arasında yol almaya başlayınca, ister istemez içimi bir yaşama sevinci ve mutluluk doldurdu. Çünkü bize bu kadar yakın olan bu muhteşem güzellikleri o ana kadar hiç görmemiştim. Bulutsuz masmavi bir gökyüzü altında yeşilin onlarca tonu arasında ilerlerken seyrine doyum olmayan bu ağaçların, sarıçam, meşe ve titrek kavak olduğunu rehberlerimiz sayesinde öğrendik. Saat 10.30’da yürüyüş başlangıç noktasına ulaşmıştık. Yürüyüş başlangıç noktasına ulaşınca otobüsten inerek mis gibi kekik kokuları arasında yürümeye başladık. Üç-beş kez verilen su içme molalarından sonra zirveye yaklaştık. Zirveye yaklaşınca neden ormanın önce seyrekleşip daha sonra da çoraklaştığının sebebini eko turizm rehberlerimizden detaylıca öğrenmiş olduk. Deniz seviyesinden yükseklik arttıkça ağaç türlerinin de buna paralel olarak nasıl değiştiğini çıplak gözlerimizle görüp resimlerini çektik. Planlandığı gibi saat 12.30’da zirveye ulaştık. Zirveye vardığımızda bizden önce gelmiş olan bir başka gezi grubu ile karşılaştık. Bu grubun rehberinin, bizim kâr amacı gütmeyen grubumuzun rehberlerinden Murat Bey’e gezinin fiyatını sormasıyla aldığı cevap karşısındaki şaşkınlığı görülmeye değerdi. Çünkü o grup ile gelenler bizim ödediğimiz fiyatın iki mislini ödemişlerdi. Üstelik diğer grupta orman ve ağaç konusunda herhangi bir bilgilendirmede söz konusu değildi. Bu durumun sebebi ise eko turizm derneğinin faaliyetlerinde kâr amacı gütmemesiydi. Sırt çantalarından çıkan ve önceden hazırlanmış yiyeceklerimizi 2036 rakımlı zirvede tatlı serin bir rüzgâr eşliğinde yedikten sonra yaylaya inmek üzere saat 13.30 gibi harekete geçtik. İnişte tıpkı tırmanış gibi çok zevkliydi. Ormanda sessizliği bir motor sesi bozuyordu. O gün ağaç kesim günü olduğunu ve bu sesin motorlu testereden geldiğini öğrendik. Rehberlerimiz bize o ana kadar merak edip de bir türlü öğrenemediğimiz, “ağaçlar ne zaman kim tarafından nasıl nerede kesilirler” konulu ayaküstü bir ‘kesim’ sunumu yaptılar. Yaylaya vardığımızda ise saatlerimiz 15.45’i gösteriyordu ve el değmeyecek kadar soğuk olan ve devamlı olarak akan pınardan kana- kana su içip su kaplarımızı doldurduk. Biraz sonra gelen otobüsümüz ile birkaç kilometre ilerideki Karagöl’e hareket ettik.
Karagöl ve çevresi ise maalesef
burada anlatılamayacak kadar olağanüstü ve gerçeküstüydü. Geri dönmek
istemiyor ayaklarımız geri-geri gidiyordu. Ancak hevesimizi bir sonraki
geziye saklayarak dönüş yolculuğuna çıktık.
|
||||
ANKARA 2008 |
||||