listeye dön

     


 


 

                                             

        

Sinop Erfelek Gezisi..

 

Sinop gezisi yapılacağını duyduğumda çok sevindim. Daha önce iş için gittiğim ve çok kısa da olsa bilgi edindiğim ve hayran kaldığım bu şehre tekrar, hem de gezi amacıyla gidecek olmak beni heyecanlandırmıştı. Hayat koşulları ve yaşamın getirdiği tatsız sürprizlerin çıkmasından korkarak, bu heyecanımı bastırmaya çalışmıştım. Cuma akşamı geldiğinde, evet artık yola çıkıyorduk.  Yolculuk saati geldiğinde hepimiz yerimizi aldık. Filiz  elinde liste kontrollerine başlamıştı.

Güzel bir  gece yolculuğunun sonunda sabahın ilk ışıklarıyla Sinop’a ulaşmıştık. Saat 00:07’ yi gösterirken otelimize ulaşmış ve odalarımıza geçmeye başladık. 9’a kadar kahvaltımızı yapıp gezimize başlayacaktık. Kısa sürede odamıza yerleştik ve genelde sakinliğine az rastlanılan ve şansımızın yaver gittiği bugün deniz çarşaf gibiydi. Filiz, Kağan ve henüz tanışmadığım arkadaşlarımla sabahın bu dingin saatinde denizdeydik. Denize girmeyen arkadaşlarımız bu anı fotoğraflarla belgeliyorlardı.  Duşumuzu alıp kahvaltıya geçtik. Güzel kahvaltının sonunda Sinop Cezaevi’ne gittik. Rehber eşliğinde cezaevini gezerken çok merak ettiğim bu mekan canımı acıtıyordu. Bu duyguları örtbas ederek gülücüklerle dolu pozlar verip, arkadaşlarımı fotoğraflamayı seçtim. Küçücük ve karanlık tecrit odaları, hücreler, dar koridorlar ve cezalıların günde bir sefer kuru ekmek ve su ile beslenmesi inanılır gibi değildi. 1960 yılına kadar Sinop Cezaevinde arşiv olmadığı için buradaki tutuklulara ait bilgi ve belgeler mevcut değildi. 

Cezaevinin bu kasvetli havasını geride bırakıp Hamsilos Fiyordunu, Deniz Fenerini, İnce Burunu gezdik. Doğa kesinlikle Sinop’a ayrıcalık tanımıştı. İnce Burunda ilerlerken orada yaşayan insanları bir kez daha kıskandım. Burnun her iki taraftaki sahilini aynı anda görebiliyorlardı.  Bu ne güzellik Allah’ım.

 

Su Basar ormanlarına geldiğimizde, Kubilay bu doğa olayı hakkında bizi bilgilendirdi. Farklı birkaç sistemin nasıl işlediğini ve bu olayın sonucunu anlattı. İlk defa kum zambağı gördüm. Ağaçlar kumların içinde sanki gömülmüştü. Sahilde küçük bir yürüyüşün ardından otelimize döndük. Akşam yemeği için Sinop merkezde hep birlikte taze balık yemeğe gittik. Kendi adıma söylüyorum yediğim en güzel balıktı. Grup arkadaşlarımızın güzel şarkılarıyla bu güzel şehirdeki akşam yemeği harikaydı. Hatice hanımın söylediği Feraye şarkısı hala kulağımda.

 

Pazar sabahı kahvaltımızı Erfelek’te yapacağımız söylenmişti. Herkes belirlenen saatte hazırdı. Küçük bir ailenin işlettiği bu yerde kahvaltı gerçekten çok güzeldi. Kendilerinin yaptığı marmelat ve reçeller, kızarmış ekmek, köy yumurtası, sıcak patates kızartması, yeşillik vs. vs… Nefis kahvaltıdan sonra şelaleye çıkmaya hazırdık. Doğanın en güzel renği yeşil ve mavidir. Yeşiller cennetine şelaleler bambaşka güzellik katıyordu. Yol boyunca Kubilay bizimle ağaçlar ve bitkiler hakkındaki bilgilerini paylaştı. Parkurumuz yer yer dik ve tırmanma gerektirdiğinden centilmen arkadaşlarımız yürüyüş boyunca yardımlarını bizden esirgemediler. Şelalenin çıkış noktasına ulaştığımızda bir arkadaşa kulak misafiri olduğumda şu sözleri söylüyordu ‘Bana kızacaksın ama ben hiç yorulmadım’ Şelaleler irili ufaklıydı ve çeşit çeşit bitkilerle süslüydü ki yolumuz. Hayaller ülkesinde gibi hafif ve mutlu hissediyor insan kendini. Burada küçük bir mola ve yaşlı amcanın yayık ayranını içtikten sonra patikadan kuş gibi süzülerek indik aracımızın yanına. Köylü çocuklar böğürtlen toplamışlar, harçlık için satıyorlardı. Bu fırsat kaçar mı, aldık tabi ellerindekini. Dönüş yoluna şarkılar eşliğinde başladık. Birlikte film seçip seyrettik. Geziye ait bu notları biraz geç dikte ettim. Bende kalan en derin izlerin Cezaevi ve Şelale olduğunu fark ettim. Bu iki günlük gezi hayatın iki yüzünü aynı anda göstermişti. Yaşam; iyi ve kötüleriyle bir bütün, biz görmek istemesek bile. Oradaki yaşamış insanları ve hala cezaevinde bulunanları düşündüğümde içim acıyor. O karanlık, havasız, daracık bir adımlık yerde tutulmak. Tek suçlu o insanlar mı? Ve yurdumdaki bakir güzellikler teker teker yok oluyor. Acaba yıllar sonra Tatlıca Şelaleleri hala bu kadar bakir ve güzel olarak kalabilecek mi…?

Ekotur grubunu kuran ve bugünlere kadar gelmesine emek veren herkese, gezi boyunca bana katlanan Filiz’e, Kubilay’a, gruptaki tüm arkadaşlara güzel paylaşım ve enerjileri için teşekkür ederim.

                                                                                Nebahat ARIKAN
 

 

       

ANKARA 2008