BİR AĞAÇ İNSAN ÖMRÜ YETMEZ BÜYÜTMEYE...
Küçük bir rahatlamaydı benim için,
Ankara’nın o kirli havasından, egzoz kokusundan uzaklaşmaydı. Nefes
almayı fark ettiğim, yaşamın tadını aldığım andı. Ormandı. Orman,
kahkahaların en gerçekçi hali, oksijenin doruklarda dolması
akciğerlerime, asfaltın üzerinde koşan robotları, o soğuk suratlarından
uzaklaşıp, insan olduğumu örendiğim yer.
Heyecanım, bu muhteşem gezi için
seçildiğim an başladı. Nereye gideceğimizi öğrendiğim andan itibaren
araştırmalara başladım. Ankara’da yeşilden eser yok derken; dumandan
başka şeylerin, yeşillerle dolu ormanların olduğunu fark ettim.
Bu gezi için çok hazırlanmıştım. Kalp
atışlarım saat yaklaştıkça hızlanıyor, güm güm atıyor adeta. Gideceğimiz
gün geldiğinde, dolmuşun gelmemesi ile okula yürümek zorunda kaldım.
İlerleyen saatler için ısınma olabilirdi bu yürüyüş ancak beni ve
kalbimi, egzoz dumanları arasındaki soluklanış yordu. Dinlenmek için
yolculuk süresi bana uydu. Yolculuk sırasında hayal ediyordum. Ancak;
geldiğimiz yer hayallerinde ötesinde bir mekân, o yapmacık şehirden uzak
doğallığın evi. Yeşilin her tonu, havanın temizliği, koyunun sesi,
rüzgârın dokunuşu, yağmurun suyu, her şey bambaşkaydı.
Yürüyüş başlamıştı. Toprağa bastığım her
adımda aldığım enerji ile hiç yorulmadan devam edebilirdim. Hava bulutlu
ve ara ara yağışlıydı. Şanslı bir gündü. Yavaş yavaş ilerliyorduk
ormanda. Tanıyordum çiçekleri yavaşça, çamları, ağaçları, ormanı
tanıyordum. Keşfediyorduk doğayı kendimizce ve başkalarının yardımıyla,
tanıyorduk doğayı.
Kozalağı öğrendik başta, tohummuş, sonra
ökse otunu, karaçamı, sarıçamı, köknarı… Bir ağaç, insan ömrü yetmez
büyütmeye, ama yaşı… Kaç? İşte onu öğrendik. Her halka bir yılmış onu
öğrendik. Ağaçlardaki yaşanmışlığı sevdik. Hayatım boyunca belki de bir
daha yaşayamayacağım, göremeyeceğim denemeler yaptım, yeni bilgiler
öğrendim.
Yolun yarısına yaklaşınca kısa bir mola
verdik. Önce soframızı serdik. Çantamızdan çıkardığımız yemekler, bu
yürüyüşte yeni olduğumuzu ortaya koyar gibiydi. Adeta kadınlara günü
sofrası gibiydi soframız. Kısırı, poğaçası, böreği, keki, salatası,…
Karnımızı doyurduktan sonra hep birlikte
ip atladık biraz. En iyi anlardan biriydi bu benim için. Daha sonra
kaldığımız yerden yola koyulduk, yüzümüzdeki kahkahayı almayan ve her
seferinde artıracak bu muhteşem geziye.
Yavaş yavaş yoruluyor gibiydik. Ama
içimizdeki enerji bu yorgunluğu bastırmaya yetecek düzeydeydi.
Gördüğümüz her yer bize bambaşka duygular hissettiriyordu. Yağmur ara
ara tenimizi okşuyor, rüzgâr sarılıyordu bazen. Ağaçların sallanan
dalları arasında yürüyorduk. Yerde yağmurdan ıslanmış toprak, üzerinde
yaban domuzunun ayak izi, küçük su birikintileri…
Durmadan ilerliyorduk yolumuza. Bir
yanımız cennet, öteki yanımız orman. Daha sonra kısa bir mola verdik bir
göl kıyısında. Doğa konusun da bir çok bilgi anlatıldı. Bir kez daha
anladım ormanın değerini, bir kez daha anladım toprağın, suyun, böceğin,
solucanın, kuşun, ağacın değerini, bir insan, beş yüz kez bıçaklanınca
milyonlarca dikilse de öleceğini bir kez daha öğrendim, bu göl
kenarında.
Çok az kalmıştı yolumuz. Bizde son
zamanlarımızı hep fotoğraf çektirerek geçirdik, bu muhteşem güne dair
birkaç anı bırakma isteğiyle. Arabaya doğru ilerliyorduk. Ayaklarımızın
ağrısını yeni yeni fark ederken. Arabaya bindiğimiz vakit her yerimizin
ağrıdığını, yorulduğumu fark ettim. Ama bu yorgunluk unutulmaz bir
yorgunluk oldu benim için.
Ayrıca; böyle bir
deneyimi yaşama şansını bize veren Asuman ERÇİN öğretmenimize ve TODEG’e,
bizlere bu gezide yardımcı olan herkese teşekkür ediyor, bu gezinin son
olmamasını diliyorum.
Deniz UZUN
Ankara Atatürk Lisesi
notlar
|