listeye dön

   


                                                    YEDİGÖLLER HATIRASI
                                                                         Yasemin YILDIRIM

Burada kaç zamandır Yedigöller’e gitmeyi istediğimi ama neden gidemediğimi sıralamak zaman alacaktır. Kaç kez girişimde bulunduysam bir aksilik çıkmıştı. Ailemle gitmek istedim olmadı, arkadaş grubu ile gitmek istedik olmadı, bir tura katılarak gitmeyi planladım olmadı. Her seferinde mutlaka bir aksilik çıkıyordu. Örneğin son kez Orman Bakanlığı tesislerinden yer ayırtıp her şeyi netleştirdiğimizde, Düzce depremi oldu ve biz yine gidemedik. Ben sonunda, buraya gitmek bana nasip olmayacak, bundan sonra hiçbir girişimde bulunmayacağıma karar verdim. Ama Orman Bakanlığı’ndan bir arkadaşım bu geziyi haber verince ilgisiz kalamadım, koşulları öğrenip gitmeye karar verdim. Bu kez de bazı aksilikler oldu ama gitmeye engel değildi.

İçtenlikle söylemeliyim ki bugüne kadar başka bir şekilde gidemeyip de, bu grupla gitmiş olmak ve ilk ziyareti bu organizasyonla yapmak, büyük bir şans oldu. Hani bir şehri, ya da tarihi bir bölgeyi kendi başınıza gezersiniz; eğer bir şey bilmeden gezerseniz orayı sadece görmüş olursunuz. Belki bir rehber kitap okuyarak gezersiniz, o biraz daha kalıcı ve bilgilendirici olur. Ancak bir rehber eşliğinde üstelik işinin uzmanı bir rehberle gezerseniz, ayrıntıları öğrenirsiniz. Hatta aklınızdaki sorulara da yanıtlar bulursunuz. İşte Yedigöller’e bu organizasyonla gitmenin ayrıcalığı ve şansı buydu: Hem burada yıllarca hizmeti olan birisi, hem alanında bilgili bir rehber eşliğinde gezildi. Ayrıca aklımıza gelen sorularda alanının uzmanlarından bilgi alabildik. Uzmanlık alanları farklı orman mühendisleri de gezide bulunuyordu ve içtenlikle bilgilerini bize aktardılar.

Geziden önce Ormancılar Derneği’nin bir gezisine katılmıştım. Eko-turizm etkinlikleri olarak adlandırdıkları bu tür gezilerden biriydi. Çevre, doğal denge, eko-sistem gibi konularda biraz ilgili olup okumama rağmen, o gezide çok bilgilenmiştim. Bu gezilerde bizzat görüyorsunuz ve size anlatılıyor. Yani az bulunur bir ayrıcalık.

YOL: Ankara-Yedigöller-Ankara

Bu gezi için Ankara’dan sabah hareket ettik. Yolda sırayla katılanlar kendilerini tanıttılar. Kişiler ismini söyledikten sonra hep şunu tekrarladı “ Doğayı seviyorum”. Evet, gezide doğaseverler birlikteydi ve öğrenmeye de çok açıklardı. Gezinin önemli noktalarından biri buydu. Ortak eğilim. Bu ortak eğilim, müzik seçiminde farklılıklar gösterse de kimse bunu sorun etmedi. Dünyada var olma nedenlerimizden birisi yemek olduğu için aklımız hep yemeklerde sanırım. Yolda katılımcılar arasındaki ilk iletişim de beklide bu nedenle el açması börekler dağıtılırken oldu. Mengen de ise bir peynir akımı başladı.

Yol boyunca gezi ve eko-sistem’le ilgili ön bilgiler almaya başlamıştık. Flora ve Fauna’nın (birey ve bitey) korunması, Türkiye’nin bu açıdan ne kadar zengin olduğu, ne kadar çok endemik bitki olduğunu öğrendik. Dirgine köyü yakınlarında artık Dirgine Deresi’ni görmeye başladık. Bulanık akıyordu. Belli ki hem kirlilik hem de toprak taşıyordu. Dirgine Deresi ile Yedigöller’den gelen Karadere’nin birleştiği yer ise tam bir dersti. Bize eko-sistem ne kadar anlatılırsa anlatılsın bunu görmeden bu kadar çarpıcı olamazdı. Karadere o kadar berrak ve ışıl ışıldı. Bundan sonra yol, hep Karadere’yi izledi. Gittikçe çeşitlilik artıyordu. Çeşitlilik arttıkça anlatılanlar artıyor, hatta duruluyor bitkilere bakılıyor, meraklılar fotoğraf çekiyorlar, tekrar arabaya binilip yola çıkılıyordu. Bu duraklamalar zaman alsa da herkes çok memnundu. Gezi programını yapanlar ise programda belirtilen saatlerin gerisinde kalmakta huzursuz olsalar da katılımcıların umurunda değildi. Yol daralıp zemin biraz daha kötüleştikçe çevrenin güzellikleri artıyordu.

Yedigöller’e vardığımızda kısa sürede kalınacak mekânlara yerleşildi ve hazırlanmış yemeğe oturuldu. Güzel bir çorba ve çok lezzetli bir orman kebabı vardı. Ormanda orman kebabı anlamlıydı tabiî ki. Yemeğin ardında o güzel kaynak sularla demlenmiş çayla içildi. Ondan sonra turumuz başladı. Eğer rehberlik yapılmamış olsaydı içimden “kestane, gürgen, palamut, altı yaprak üstü bulut gel sen burada derdi unut, orman ne güzel ah ne güzel” şarkısını mırıldanarak, “aman ağaçlar ne güzel, ne büyük ne çok” tan öteye geçmeyen yorumlarla dolaşacaktım sanırım. Dönüş yolculuğu pazar günü akşamüstü başladı. Bu kez de bir ekmek alma telaşı yaşandı. Katılımcılar bolu ekmeği almak istiyorlardı. Yedigöller’de yediğimiz ekmek ise Dirgine ekmeği idi. Önce köyde dağılıp bakkal bakkal ekmek aradık. Market dönemine geçmişken bakkal demek bile kulağa hoş geliyor. O gün aynı zamanda oranın pazarı olduğu için neredeyse ekmek yoktu. Ama yinede halkın meraklı bakışları arasında birkaç tane aldık. Mengen’den bu kez Ankara’ya götürmek üzere peynir aldık. Yedigöller’den alabalık alanlarda vardı. Durumu gözünüzde canlandırabilirsiniz sanırım.

YEDİGÖLLER: Yediyi uğur sayalım

Yedigöller Milli Parkı Türkiye’nin eski Milli Parklarından biri. İlk milli park Yozgat Çamlık. Burası ise 1965 yılında ilan edilmiş. Milli Park ilan edilen bölge tümüyle kendi ekolojik sürecine bırakılıyor. Burada ise başlangıçta birkaç küçük müdahale yapılmış görünüyor, ama bunlar yok denecek kadar az ya da küçükler. Örneğin göllerin ve birini besleyen kanallarından bunu görüyorsunuz. Doğal geçişler biraz kontrol altına alınmış.

Nazlı Göl dışında diğer göller heyelan gölü. Nazlı Göl’ün bir kaynaktan beslenmek gibi bir özelliği var, ayrıca yeraltı kaçakları ile diğer gölleri besliyor. Büyük göl en büyük göl ise de ana göl Nazlı Göl denebilir. Sonuç olarak göllerde bir akıntı var. Suyun yüzeyinden de bunu görebiliyorsunuz. Bir başka ilginç bir durum Nazlı Göl’ün su seviyesinin değişimi ile Kuru Göl’ün gerçekten kuruması ya da göl olarak yaşam bulması. Diğer göllere bakacak olursak Büyük Göl gerçekten en büyükleri, Sazlı Göl gerçekten sazlı, İnce Göl gerçekten ince, Derin Göl gerçekten derin ama Serin Göl gerçekten serin mi bilemiyorum.

Milli Park’ın en önemli özelliği ise ilk alabalık üretim çiftliğinin burada kurulmuş olması. Türkiye’deki diğer tüm alabalık üretme çiftlikleri burayı örnek almış ve ilk yumurtaları buradan alarak başlamışlar. Ama artık burada yerli tür olan kırmızı renkli alabalık üretimine başlanmış. Bu da çok sevindirici bir gelişme. Yedigöller Milli Parkı, kendi içinde düzenlemiş, patikalar oluşturmuş, kimi iniş yokuş yerlerde merdivenleşme yapılmış. Bu açıdan bakıldığında çok rahat bir yürüme ya da gezinti alanı yaratılmış. Tabelalarla da kaybolma şansınız yok zaten. Yedi göl olmasından yola çıkılarak birde yedi oluklu çeşme yapılıp “Dilek Çeşmesi”ne dönüştürülmüş. Bu da kendi içinde bir hareketlilik aslında. Ziyarete gittiğimiz ama kokumuzu aldıkları için ortalarda görünmeyen geyikleri de anmadan geçmeyelim. Parkın için de bir de geyik üretme çiftliği var.

BİTKİ ÖRTÜSÜ: Yeşil Tonlama


Alan bitki örtüsü açısından çok zengin. Milli Park ilan edilmesinin nedenlerinden biri de bu olsa gerek. Hem otsu bitkiler hem de ağaçlar açısından çeşitlilik var. Otsu küçük bitkiler yeşil tonlaması yapılmış gibi. Bu küçük renk farkı, aynı zamanda farklı bir türle karşılaşmanızın işareti. Baharda buralarda olmanın bir güzelliği ki çiçeklerini görebilmek. Öyle ki bazen yeşilin üzerinde mavimsi mor boya sıçramış gibi noktalar görüyorsunuz. Mine çiçekleriyle karşılaşıyorsunuz. Yabani sümbüller, tomurcuk tomurcuk görünüyordu. Rengi mor olmakla birlikte sanki uzunca böğürtlenleri tek tek toprağa saplamışsınız gibi. Çuha çiçekleri yabani menekşeler, siklamenler, her zaman yeni bir türle karşılaşabiliyorsunuz. Çeşit çeşit, öbek öbek, rengârenk, pek narin pek de güzel. Bu mevsim de görmeyi ummadığımız Noel gülü’nü de çiçekli gördük. Çiçeği yapraklarından daha açık sarımsı, taç yaprakları minik bir top gibi içe dönük ve suç işlemiş çocuklar gibi boynu bükük ya da başı ağır gelen insan gibi eğik. Belki açma zamanı olarak bilinen aralık ayında başı dik, gururla çiçeğini gösteriyordur.

Karşılaştığımız ve boyunu ölçü olarak sınıflandırabileceğimiz bir sonraki katman, en yükseği insan boyunda bitkiler. Bunlarında “prima donna”sı “Orman Gülü”. Yaprakları, taflan yapraklarını andırıyor. Ama bu çiçekleri ile birlikte çok alımlı. Çiçekleri goncayken iki ucu sivri bir yumurta gibi, sarımsı çenekleri ve mor çiçeklerinin geçişlerini gördüğünüz için etkileyici. “Beş türünden biri kırmızı ve bu tür andığımız renk geçişi nedeni ile Galatasaray taraftarlarınca çok tercih ediliyor”. Çiçek açmış hali ise renginin çeşitli tonlarını sergiliyor. Kökleri kayınlar için yaşamı zorlaştırsa da onları seviyoruz, çünkü çok güzeller.

Ağaçlara gelince Artvin ve çevresinde gördüğüm köknarı burada ve 300 metre rakımda bile göreceğim aklıma gelmezdi. Sivri sivri tepeleriyle ıhlamurların, kayınların arasından görünüyorlardı. Büyük büyük dede köknar gitmiş sonra da “gölgedeyim gel” servisine not bırakmış, mesajı alanlar buralar yerleşmişler Kalem gibi gövdeleri ile etrafa dağılmışlar. Sanki ormanın yazar-çizer takımı bunlar, illa güneşi göreceğim diye bir dertleri yok. Ama ormanın en okumuş yazmışı, güngörmüşü, yaşlı bilge “Anıt Çam”. Kendine iyi bakmış, çok düzgün bir gövde ile 30 metreden fazla yükselmiş, yaşı 500’ü geçmiş ve hala çok sağlıklı. Onu kucaklıyoruz ama ancak dört kişi ile. Kabuğu, haritadaki eş yükselti eğrilerini anımsatıyor, tepeler var, vadiler var. Anladığım kadarı ile ormanın temeli burada atılmış, çünkü çevresinde ağaçların pek çoğu 100 yaşını çok geride bırakmış.

Burada ormanın hâkim nüfusu sanki kayın. Tohumdan çıkışında geçirdiği birkaç aşamayı görme şansımız oldu. Tarifle olmaz görmek lazım, onun için fotoğraflara bakabilirsiniz. Bu ağaçlardaki estetik de bir başka. Hele ince dalları nazenin bir balerin gibi. Yapraklandığı zaman hafif rüzgârda dans etmeye başlıyorlar. Yaprakları ince kabuğumsu bir katmanın içinden kelebek benzeri çıkıyor. Yaprağın üzerindeki izler ve kenarındaki girinti çıkıntılar çok düzgün. Ağacın gövdesi dallar ile oranlandığında kalın görünüyor, rengi ise grimsi ama her zaman düz, dik zarif bir halleri var.

Gürgen popülasyonu daha azdı sanki. Filizlenme zamanı olduğu için çamların uçlarına açık yeşil yüksükler geçirmişsin gibiydi. Karaçam, kızılçam ve sarıçam ormanının diğer üyeleriydi.

ORGANİZAYSON: Özveri ve Sevgiyle

Çok etkinlikte olduğu gibi bu etkinlik de bir özveri ve sevgiyle yaklaşımı gerektiriyordu. Düzenleyen ve bizlere rehberlik eden kişiler tam da bu yaklaşım içindeydi. Çok olumlu ve güler yüzlüydüler. Sorularımıza usanmadan yanıt veriyorlardı hala da bir soru ya da sorununuz olursa bize iletin diyorlardı.

Kalacak yerlerden sanırım kimsenin şikâyeti olmadı. Yemeklerden de olduğunu sanmıyorum. Oldukça doyurucu porsiyonlarla ve lezzetli hazırlanmış yemeklerdi. Mönüde tabi ki alabalık da vardı. Çok zengin bir kahvaltı hazırlanmıştı. Hele bir de ortada yanan büyük sobada ekmek kızartınca, bu keyif başka nerede olur.

ÖNERİLER: Gençlere Yönelmek

Aslında önerilerim iki yönlü olacak ilki organizasyon için: Bu tür etkinlikleri, “dünyayı ödünç aldığımız gençlere” yönelik de yapmak, bunun için onların ilgisini çekebilmek.

Yedigöller İçin Hayal Kurmak:

Bir önerim de Yedigöller Milli Parkı için. Belki bir hayal kurmak da diyebiliriz. İçeride yürüyüş ya da koşu yapanlar, dağ bisikleti sürenler, resim yapanlar, fotoğraf çekenler hayal ettim. Oysa bu parkı kullananlar farklıydı. Örneğin balık avlamaya gelmiş ya da piknik amaçlı gelmiş insanlar vardı ama bazıları arabayı yakınlarına çekmiş, müzik sesini de açmış, kelimenin tam anlamıyla bağırtıyordu. Çok rahatsızlık verici bir durumdu. Pazar günü de oldukça kalabalıktı. Otobüsler günübirlik turları getirmişti. Onlar için tek konaklama alanı belirlenmiş ama yine de hava o kadar temiz ki yanınızdan geçen tek bir arabanın egzoz kokusunu alıyorsunuz ve bu sizi rahatsız ediyor.

Gerçekleştirmek olanaklı mıdır bilmiyorum ama milli parkın girişinde ya da Dirgine’de tüm motorlu araçların bırakılarak buradan gene müdürlük araçları ile ziyaretçilerin taşınması nasıl olur acaba? En ideali milli park kapısından daha ileriye motorlu taşıt girmemesi olur sanırım. Belki ziyaretçiler araçlarla taşınırken bir bant kaydından bilgi de verilebilir. Dikkat edilecek konular sıralanabilir. Araç gürültüsü, hareketi ve kirliliğinden parkı arındırmak gerek. Çünkü anladığım kadarı ile bu tarihten sonra ziyaretçi sayısı daha da artacak. Burası elektriğini dahi kendi üreten, kendine yeten bir sistem, o nedenle dışardan gelecek olumsuz etkilerden arındırmak ne kadar olanaklı ise o, sağlanmalı diye düşünüyorum.

Öte yandan ziyaretçilerin yoğun olmasına karşın çöp olmaması, halkımızın dikkatinden daha çok görevlilerin büyük titizlik göstermelerinden kaynaklanıyor diye düşünüyorum. Az sayıda elemanla harika işler yapıyorlar.



SON SÖZ

Ormana, ağaca, doğaya bu kadar emek veren tüm çalışanlara sonsuz teşekkür borçluyuz. Ben ve geziye katılanlar biliyoruz ki ormanlar güzel ama onlara emek veren insanlar da oradalar. Eko-sistemin sürdürülebilmesinin bir parçası da tüm ormancılar.
 

   

ANKARA 2008