TÜRKİYE ORMANCILAR DERNEĞİ 

   ekoturizmgrubu

 

ana sayfa 

   

 

Makaleler

 

 

TODEG’LE GEÇEN 10 YILDAN KALAN ANI KIRINTILARI

Ercan VELİOĞLU

 

Bizim, bizim dediğim TODEG’ in gezi afişlerinde 1 kişi (rehberlik + ulaşım) şu kadar TL yazar. Tam yılını hatırlamıyorum ama 3-4 sene öncesiydi galiba. Bir katılımcı fiyattaki rehberlik ücretini sormuştu. Bu soruyla muhatap olana kadar inanın fiyatın açılımındaki “rehberlik” kısmı hiç dikkatimi çekmemişti. Zaten çekmesine de imkân yoktu ki… Biz (TODEG üyeleri) gezinin olabildiğince çok katılımcıyla yapılmasına, gezinin odaklanılan başlıkları hakkında bilgi toplamaya, aracın ve konaklanılacak yerin konforlu olmasına vd.  uğraşırken, bırakın parayı pulu, cebimizden (hele cep telefonlarıyla) habire para harcarız, çoluk çocuğumuzu ihmalini falan saymıyorum tabii.

 Dikkat ettiniz mi bir paragrafta ne kadar çok çoğul (biz, bizim) cümle kurmuşum. TODEG’ in kuruluş felsefesi ruhumuza nasıl işlemişse, onun hakkında yazarken kâğıda yansıyanlar doğal olarak “ben”i unutan, “biz”i hayatın ortasına getiren bir durum. Vallahi 10. yılında  TODEG’in geldiği konum, benim için “fenomen”.

Grubun ilk kuruluşuna arazide ayağımı burktuğumdan, alçılı ayakla yatar halde yakalanmıştım. Gazi durumunda bulununca, ilk toplantılarına katılamamıştım. Grubun ilk çekirdek kadrolarını oluşturanlardan Fikri ve Kaplan Selim hafta sonları eve hapis olan bendenizi eğlendirmek için bizim evde briç partileri düzenlerken, Ahırlı Selim’in ekoturizm konusundaki planlarını anlatırlardı. Her zamanki kötümserliğimle “bu iş tutmaz” fikrini savunan ben, bir yıl geçmeden Yedigöller gezisinde kendimi “ekosistem”i anlatırken bulmuştum. Nasıl oldu, doğrusu ben de bilmiyorum ama iyi ki bu “girdap” a katılmışım.

Doğal olarak, her şey kolay olmadı. İlk yıl sadece beş gezi planlandı ve dördü gerçekleştirilebildi. İlk gezimizin Ürgüp – Göreme’ye olmasının nedeni ise; arkadaş grubu olarak kendi olanaklarımızla 2-3 sene önce aynı yere gezi düzenlememizdi. Günlük olarak planladığımız için bayağı yoğun ve sıkışık olan gezi programımızı, hiçbir aksama olmadan gerçekleştirmiştik. Bazen bu gezinin fotoğraflarına bakarım, ne kadar “gençmişiz” daha da dehşeti ne kadar “zayıfmışız”. İlk gezimizi Ürgüp-Göreme’ye düzenlememizin bir etmeni de, Ülkü’nün daha önce Göreme Milli Park Müdürlüğünde görev yapmış olması ve yöreyi tanıyor olmasıydı.

İlk gezilerin etüdüne giderken, heyecanlı, neşeli ve idealist grup üyeleri olarak 5-6 kişilik ekip oluşurdu. Ne kadar heyecanlı, ne kadar istekli ve arzuluyduk. Ciddi ciddi kilometreleri kayda alır, durakları veya mola yerlerini tartışır, en ince ayrıntıyı bile gözden kaçırmamaya gayret ederdik. İlgarin mağarasının etüdünü yaparken, yolu göstermesi için yanımıza aldığımız 65 yaşlarındaki köylü amcanın hızına ayak uydurabilmekte hayli zorlanıyorduk. En çok yorulan da ben olunca, çözümü Ülkü’yü sık sık “sigara molası alsana” nidasında bulmuştum.

 Çamlıdere fosil ormanının etüdünde eşim Filiz de bulunuyordu. Yağmur yağdıktan birkaç gün sonra gittiğimiz halde, orman işletmesinden aldığımız toyota kamyonet çamura battı. Biz erkekler (Selim, ben ve Mutlu) arabadan indik, Filiz arabada kaldı. Bizim arkadan itmemiz işe yaramadığı gibi, araba bayağı şevden aşağı kayar gibi olmuştu. Benim panikle “kırk yılda zor bulduğum hatunum elden gidiyor” diye bağırmam, milletin ağzına pelesenk olmam için yetmişti. Uğursuzluk gezide de devam etmişti. Katılımcı fazla olunca iki araba ayarlamıştık. Arkadaki araba yoldan binenleri de alacak ve araç sorumlusu Filiz olacaktı. Güzergâhımız olan Çamlıdere çıkışı yerine, şoför Filiz’i dinlemeyip inadına Kızılcahamam çıkışından gelince, arkadaki grup yaklaşık bir saati aşkın gecikti. Sonuçta katılımcılar fosil ormanın oluşumunu Hacettepe Üniversitesi Jeoloji bölümündeki hocadan değil, bir kez dinlemeyle ne kadar anlatılırsa o kadar anlatan, bendenizden dinlemek zorunda kaldılar.

Karagöl gezisi etüdünde arkada kalan Ziya’nın haberi olmadan hepimiz ortadan “kaybolmuştuk”. Bilmediği bir yerde tek başına kalan Ziya, her zamanki kalenderliğiyle, hiç paniklemeden yoluna devam edince, gruptan yanlış “kurban” seçtiğimizi anlamıştık. Bu etüt çalışmalarında uyumlu, sorumlu ve amatör grupta olmanın tadını en çok arkadaşlığımızın dostluğa dönüşmesinde duyumsardık. Takdir edersiniz ki 10 yılda bu duygunun daha çoook tadına vardık.

Gezi sonrası katılımcı izlenimlerini görmek amacıyla bir anket düzenlemiştik. Bu ankette yer alan sorulardan biri de “ekoturizm ne demektir” idi. Aldığımız yanıtlar arasında sık sık “ekonomik gezidir” seçeneğiyle karşılaşıyorduk. Bu durum ilkeleri arasında “kâr amacı gütmemek” diye bir argümanı bulunan grup için, beklenen yanıttı aslında. Zira biliyorsunuz ekoturizmin yaklaşık 200 tanımı bulunmaktadır.

İlk gezileri düzenledikten sonra en önemli eksikliğimiz, gezilere katılan insanların nasıl giyineceklerine dikkat etmemeleriydi. Bu konuyu belirtmemiz gerektiğinin farkına vardığımızda, uygun ayakkabı konusunda da ısrarlı uyarı gerekmesi bizim açımızdan daha ilginçti. Gezi afişine giyimle ilgili olarak uyarı ibaresini koymamıza rağmen, bir meslektaş abimizin eşi topuklu ayakkabılarıyla Karagöl gezisine katılmıştı. Topuklu ayakkabılarıyla gruptan bayağı kopan yengemiz, gezide artçı olan Besim kardeşimizi yormasından öte, Besim’in sinir katsayısını ne kadar yükselttiği hala tatlı bir anı olarak belleklerimizdedir.

Ankara da ilk gezimizi Karagöl’e düzenlemiştik. Ama hesaplayamadığımız bir nokta vardı. Gezi günü deyim yerinde ise “şakır şakır” yağmur yağıyordu. Ama gezi bitiminde herkes çok mutluydu, neşeliydi. Biz ise sınıfını takdirle geçmiş çocuklar gibi “şendik”. Evet, başarmıştık, bu iş oluyordu galiba. Yine Karagöl gezilerimizin birinde, bir katılımcının otobüsün bagajından mangal çıkardığını gördük. Bir an hedef kitlemize ulaşamadığımızı düşündüm. Bizim ne amaçla buraya geldiğimizi nazik bir şekilde anlatınca, mangal tekrar bagaja girdi de, rahatladık. Artık her gezimizde otobüsten iner inmez neler yapacağımız ve nasıl davranacağımızı hemen anlatmamızın nedeni o gezideki “mangal” gerçeğinin mirasıdır.

Yedigöller gezisinde de “duman” anımız var. Pazar günü Yedigöller’e gelenler genelde piknik yapmakta, yani mangal yakmaktadırlar. Milli Park statüsünde bulunan Yedigöller’de yapılan bu pikniğe, bizim katılımcılarımız itiraz etmekteydiler. Milli Parklarda hem de merkezinde mangal yakılamayacağını savunan katılımcılar, bir süre sonra mangalcılarla sonu kavgaya gidecek şekilde tartışmaya başladılar. Baktık durum kritik, ilgili görevliyi uyararak duruma müdahale ettirip, programımıza devam ettik. Seyir tepesine gelince, cep telefonlarının bu tepeden çektiğini ilan ediyorduk. Hemen herkes yakınlarını arıyordu. Yani cennet gibi yerde bile, medeniyetle ilişkimizi kesemiyorduk. Eğer Yedigöller’i bizimle gezip, Sedat Abi’ nin rehberliğinden faydalanmadıysanız, Yedigöller’in tadına varmamış olduğunuz konusunda iddialıyım.

Gezilerde katılımcıların soruları sizi motive eder, hatta ufkunuzu açar. Gelecek gezilerde neleri, ne kadar ayrıntılı anlatacağınız konusunda yol gösterir. Bana yöneltilen en güzel soru “ağaç gövdelerinin içten dışa mı, yoksa dıştan içe mi” büyüdüğüdür. Salondaki çiçeklerinin niye “güzel büyümediği”nin sorulması ise, sadece talihsiz bir anıdır.

Bir de katılımcıların anı ve görüşlerini yansıttığı gezi yazılarımız var. Belki de dünyada en naif, en doğal, en amatör ama en içten yazılardan oluşan, bir “külliye”. Bu yazıların bir kısmını internet sayfamızda görebilirsiniz. İlk yıllarda yazılan tüm yazıları, Derneğimizin Dergisi olan “Orman ve Av”da yayınlamak bana nasip oldu. Bu da hayatta gurur duyduğum işlerimden biri oldu. Ama 10. Yıl etkinliği olarak bu yazıları kitap haline getirmek de, sanki bana düşüyor gibi geliyor. Bakalım 2010 yılında bu projeyi gerçekleştirebilecek miyiz? 

Grubun önemli bir ayağı da “ormancı” olmayan üyeleriydi. Grup ilk kurulduğunda, Kültür ve Turizm Bakanlığından iki bayan arkadaşımız bulunuyordu. Onların yönlendirmesiyle ilk gezilerimizden biri de Beypazarı oldu. Sonraki dönemlerde Mehtap’ın, Meral’in, Vedat’ın TODEG’e çok katkıları oldu. Hepsine buradan bir kez daha teşekkür ediyorum. Bu arada baştan beri grubun kahrını çeken, Dernek çalışanı Derya Hanım’a da teşekkürü borç bilirim.

Ekoturizm aktivitelerinin neler olduğunun sayıldığı onlarca makale var internette. Sayılan aktiviteler arasında doğa yürüyüşü veya botanik gezisi var da, bizim yaptığımız etkinliği tanımlayan veya isimlendirerek, kavram olarak geliştirene rastlamadım. Ekosistemden ağaca, ağaçtan hayvana, polenden tohuma, tohumdan yangına, yangından ağaçlandırmaya, ağaçlandırmadan gençleştirmeye, gençleştirmeden orman deposuna, biyolojik çeşitlilikten anıt ağaca, anıt ağaçtan herbaryuma/arboretuma vb. uzanan bilgi denizinden, katılımcılara bir şeyler aktarmaya çalıştık. Yapamadığımız veya anlatmamız gerekip, atladığımız konu başlıkları da olmuştur mutlaka.

Bu arada şunu da söylemek isterim. Grubu oluşturan TOD üyesi arkadaşların hemen hepsi, TOD Yönetim Kurulu’nu oluşturan meslektaşlarımızın Derneği yönetim şekline ve duruşlarına muhaliftirler. Buna rağmen, TOD yönetimi, her zaman TODEG’in yanında olmuştur. TODEG üyesi arkadaşlar da, bu konudan hiç yüksünmeden sorumluluklarını yerine getirdiler. Bu anlamda, demokratik hava hemen hemen hiç bozulmadı. Bundan dolayı TOD yönetimini kutlamak gerekiyor.

Evet, Selim Ahırlı’nın Ziya’yı, Fikri’yi, Hayriye’yi, Selim Kaplan’ı ve Temimdar’ı ikna etmesiyle harekete geçen grup, bugün ütopyasının ete-kemiğe büründüğünü gördü. Ben de bu gruba çok çabuk girdim, çok çabuk adapte oldum. Takım tutar gibi, grup bana/bize aidiyet duygusu da verdi. Umarım böyle dostluklar edinilecek ortamlar herkese nasip olur. Grup, dernek binasında oda edindiğinde, yeni evlenen çiftlerin “eşya seçmesi” gibi, bitpazarından eşya seçmemizi görmenizi çok isterdim. Eşyalar gelince derneğin lokali yerine, grubun tefriş ettiğimiz odası artık buluşma yerimiz, lafladığımız, daha da önemlisi mutlu olduğumuz yuvamız olmuştu sanki. Odamızda grubun geleceği ile ilgili veya yıllık gezi programına girmesini istediğimiz yerler hakkındaki tartışmalarımızın, herhalde unutulur gibi olmadığını takdir edersiniz. Ya gezide başımıza gelen talihsizlikler! Onları, kime, nasıl anlatmalı? Örneğin bir katılımcının kaybolması, sık sık verilmek zorunda kalınan tuvalet molaları, yemeğin, arabanın veya konaklanılacak yerin iyi olmaması durumları... Gezilerinde bu durumla karşılaşan görevli arkadaşlar, 2-3 ay kendileriyle dalga geçilmesini göze alırdı, tabii yediği “fırçalar” da yanlarına kâr kalırdı.   

Belirli bir aşamadan sonra, grup içi geziler de düzenlemeye başladık. Bunlardan birincisinde grup performansını artırmak için, Yedigöller yakınındaki Dirgine’de eğitim çalışmasında bulunduk. Daha sonra gruptan bazı arkadaşlar Yaşar’ın önderliğinde Hasan Dağı’na zirve yaptı. Yacı Kanyonunu Türkiye’de ilk olarak geçen bizim grup üyelerimizdir. Hele kış gezilerimize katılmadınızsa çok şey kaybettiğinizi söylemeliyim. Sadece şu tüyoyu vereyim de, neler kaçırdığınızı anlayınız. Selim’in yaptığı “sıcak şarabı” buz gibi soğukta içmenin tadına vardık, tabii yanında dostluk, sevgi, içtenlik ve kahkaha vardı.        

Orman planlamasında çalışırken, yanımızda çalışacak işçileri orman köylülerinden seçerdik. Seçtiğimiz vatandaşların içinde yaşadıkları yerdeki ağacın adını bilmemeleri yani türünü bile bilmemeleri beni çok şaşırtmıştı. Buradan hareketle, toplumun orman ve ormancılık hakkında, hele sorunları hakkında örneğin 2B’ nin ne olduğu konusunda bir bilgisi olmadığı için, fikrinin de olmasına imkân yoktu. Bu bağlamda, grup olarak bu bilgileri topluma zerk etmeyi amaç edinmiştik. Bunda da başarılı olduğumuza inanıyorum. Bir aile yarattık; büyük, içten, heyecanlı, idealist, meraklı. Bu aileyi verdiğimiz bilgilerle biraz bilinçlendirdiysek, amacımızı yerine getirmişizdir ki, bunun kat kat ötesini gerçekleştirdiğimize inanıyorum. Zaten geldiğimiz noktadaki TIES üyeliği, ekoturizm konulu çalıştay düzenleme, Uluslararası sempozyumlara bildiri sunma, 10 yıllık emeğin/başarının karşılığı. Bu emeği umarım genç arkadaşlar daha ileri taşıyabilirler.

Evet, 10. Yıl sonunda dönüşmeliyiz, değişmeliyiz. İnternet sayfaları, ayırmaç (logo), flamalar derken, genç arkadaşlar sayesinde oldukça yenilendik. Ama yeterli değil diye düşünüyorum. Orman ve ormancılığa dair sorunlar gittikçe daha da zorlaşıyor. Çözüm yolları, daha kötüsü çözüm umutları da azalıyor. Artık hedef kitlemizi yeniden gözden geçirmeli, çıtamızı daha da yükseğe çekmeli ve belki de daha çok çalışmalıyız. Hatta daha etkin olabilmek için çalışma şeklimizi bile değiştirmeliyiz. Ben bu sorunları aşmak için, genç arkadaşların bir umut olduğu kanısındayım.

Nice on yıllarda bir arada olmak dileğiyle.

 

 

Makaleler
 

   

ANKARA 2008